Beslenme, yaşam kalitesini yükseltmek, sağlığı geliştirmek ve korumak, sosyal, ruhsal ve fiziksel yönden iyilik halinde olmak üzere yapılması gereken bilinçli bir davranıştır
Beslenmenin ruh sağlığı üzerindeki etkisinin yanı sıra ruhsal sağlık ve bozulmaların da beslenme üzerinde etkisi bulunmaktadır. Araştırmalara bakıldığında duyguların yeme davranışı ve iştah üzerinde %30-48 oranında etkili olduğu ve yemeyi artırdığı ya da azalttığı bilinmektedir (İnalkaç ve Arslantaş, 2018). Böylece kimi insanlar anksiyete, depresyon, öfke gibi duygusal durumlarda iştah azalması yaşarken kimisi de aşırı yeme davranışı gösterirler. Ancak yeme tutumunda azalma mı yoksa artma mı olacağı genetik yatkınlık, yaşanılan duygunun türü, sıklığı, yoğunluğu gibi birden fazla faktörle ilişkilidir (Blyderveen, Lafrance, Emond, Kosmerly, O’Connor ve Chang, 2016).
Yeme davranışının psikolojik sebeplerle değişimini açıklayan birkaç görüş vardır. Bireylerin sıkıntı veren durumlarla karşılaştıklarında duygusal bir savunma mekanizması olarak yemeyi kullanmaları ve sıkıntılı durumla bu şekilde başa çıktıkları bilinmektedir. Gün içinde patronuyla yaşadığı problem, partnerinin olumsuz bir eleştirisi, halledemediği bir prosedürün oluşturduğu sıkıntı sonucu yemeye kendini veren kişinin yaptığı bu duruma örnektir. Olumsuz duygu durumunu düzeltmek isteyen birey, besinlerin mutluluk vereceği inancıyla yeme davranışına yönelir.
Evers ise kişilerin stresle baş etme sürecinde yemeyle ilişkili dışsal uyaranlardan (yiyeceğin görüntüsü, kokusu gibi) etkilenmeye daha duyarlı olduklarını ve bu sebeple yeme davranışına yöneldiklerini ortaya koymuştur.
Psikosomatik görüş ise bireylerin çocukluk yaşantısındaki kafa karıştırıcı deneyimler sebebiyle yeme davranışına yöneldiğini söyler. Öyle ki, ebeveynin ödül veya ceza amaçlı besinleri kullanması bu durumda etkilidir. Çocuğuna yeme ihtiyacını farketme şansı vermeyen ebeveyn, çocuk adına çocuğun beslenme davranışını yönetir. Dolayısıyla, çocuk açlık ve/ veya tokluk sinyallerini öğrenemez. Böylece, açlık ve doymanın iç içe geçmesi sonucu olumsuz duygulanıma karşı yeme davranışını öğrenir. Özellikle de çocukluk çağında duyguları yansıtma ve düzenleme konusunda başarılı olamamış bireylerde yemek yemeyi duygusal anlamda rahatlatıcı bir unsur olarak görmek ve yemeyi bir ödül olarak koşullamak yetişkinlikte de olumsuz duygulanıma karşı yemeyi kullanmaya ve duygusal yeme davranışını sürdürmeye yol açmaktadır (Altıntaş ve Özgen, 2017). Dolayısıyla, çocuk bir yetişkin olduğunda da acıkma veya doyma sonucu yemeyi yönetmeyi öğrenmemiş olur. Maalesef, bu annelerimizin sıklıkla aç olduğumuz düşüncesiyle ağzımıza bir şeyler tıkıştırdığı kültürümüzde oldukça sık rastlanan bir sonuçtur.
Kaçış görüşüne göre, kişi bir stresle karşı karşıya kaldığında dikkatini bu uyarandan alıkoymak ve uzaklaştırmak için yeme davranışına yönelmektedir (Ünal, 2018). Heatherton ve Baumeister (1991), aşırı yeme davranışı sergileyen bireylerin öz farkındalıktan kaçma motivasyonuyla yemeye yöneldiklerini bulmuşlardır. Özellikle başkalarının yüksek standart ve beklentilerine duyarlı bir öz farkındalığı olan, bu beklentilerin altında kaldığını düşünen kişiler endişe ve depresyona eşlik eden duygusal sıkıntı yaşamaktadırlar. Dolayısıyla, bu sıkıntıdan kaçmak için hızlıca yeme davranışı da tetiklenir. Kendi beden ölçülerini başkalarıyla karşılaştırıp kendini kötü hisseden ve diyette olsa bile bir anda kendini nutella kavonozunun dibinde bulan kişilerin durumu buna örnektir.
RUHSAL DEĞİŞİMLERİM BEDEN ÖLÇÜLERİMİ DEĞİŞTİRİR Mİ?
Psikolojik etkenlerin fizyolojik sonuçları da dolaylı olarak beden ağırlığını etkilemektedir. Beden ağırlığı genellikle ne sabittir ne de tek yönlü olarak değişmektedir. Bir ortalama değer etrafında yukarı ve aşağı doğru değişiklik gösterir. İki tip kuvvet beden ağırlığı değişiklikleri üzerinde etkilidir. Beden ağırlığını ortalama noktasından uzağa iten değişkenler “homeostatik olmayan” olarak tanımlanır. Beden ağırlığı ortalama noktasını geri kazandıran değişkenler ise “homeostatik” olarak tanımlanır. Homeostatik değişkenler bedeni aynı dengeye getirmek için çabalarlar. Normal fizyolojik durumda, beden ağırlığının ortalama noktasından sapması genellikle kısa ve geçicidir. Homeostatik kuvvetler dengeyi sağlamak amacıyla çalışır (Yu, 2017). Yani, yemeyi etkileyen psikolojik bir durum yoksa, ortalama değerinden düşüş ya da yükseliş gösteren beden ağırlığına karşı beden ortalama ağırlığa geri dönmek üzere kodlanmıştır. Fizyolojik yapımız dengeyi yeniden kurmaya çalışır.
Beden ağırlığı ortalama noktası anormal derecede yüksek bir seviyeye kaydığında ve obez beden ağırlığı metabolik olarak savunulduğunda ise “metabolik obezite” gelişmektedir. Obeziteye bağlı artan insülin direnci, diyabet, metabolik sendromlar gibi metabolik ve endokronolojik bozulmalar oluşabilmektedir. Kilo kaybı ve yaşam tarzında değişikliğe gidilmedikçe süreç obezite ve metabolik savunma ile devam etmektedir (Mert ve Adaş, 2014).
Metabolik obeziteden farklı olarak “Hedonik obezite” de ise, obez beden ağırlığı ortalama noktası yükselmemesine rağmen, ödül sistemindeki bozukluklardan dolayı sürekli aşırı yeme davranışı görülür. Hedonik obezitede beden ağırlığı ortalama üzerine çıktığında kişi enerji harcamalarını değiştirme gibi yollara gitse de yeme davranışında bozulmalar devam edebilir. Eğer altta yatan psikolojik sebepler değerlendirilmezse her iki obezite alt tipinde de kendiliğinde düzelme sağlanamaz (Yu, 2017).
Bu bağlamda enerji ihtiyacı sonucunda oluşan fiziksel açlık “homoestatik açlık” olarak tanımlanırken, haz amacıyla besinlerin tüketildiği açlık ise “hedonik açlık” olarak tanımlanmaktadır. Obez bireylerde sıklıkla gözlemlenen açlık, dışsal uyaranlarca da tetiklenen, haz amacıyla bireyi besin tüketimine yönelten hedonik açlıktır. Böylece, besin tüketimi ihtiyaç doğrultusunda değil alınacak haz doğrultusunda gerçekleşmektedir (Köse ve Şanlıer, 2015).
YEMEYİ ETKİLEMEYEN BİR ŞEY VAR MI?
Yemeyi neler etkiler diye bilimsel araştırmalara bakıldığında, nerdeyse her şeyin yeme davranışımızı etkilediğini, tetiklediğini ya da engellediğini görüyoruz. Kişilik özellikleri ve yeme davranışı arasında bir ilişki olduğunu gösteren çalışmalara göre, “yeniliklere kapalılık” “duygusal dengesizlik”, “dışadönüklük”, “yumuşak başlılık”, “sorumluluk”, “gelişime açıklık” gibi kişilik özellikleri yeme davranışımızla ilişkili bulunmuştur (Altıntaş ve Özgen, 2017). Dürtüsellik düzeyi yüksek olanlarda aşırı yeme davranışına daha sık rastlanmakta ve dürtüsellik, bulimiya nervosa ve tıkınırcasına yeme bozukluğu gibi yeme bozuklukları için bir risk faktörü olarak görülmektedir (Blyderveen, Lafrance, Emond, Kosmerly, O’Connor ve Chang, 2016).
Ayrıca, bağlanma, beden algısı, psikolojik dayanıklılık, bilişsel kısıtlama, aleksitimi, obsesif kompulsif belirtiler, beden imajı, kontrol odağı, atılganlık, içe yönelmiş düşmanlık, depresyon, mükemmelliyetçilik gibi psikolojik olguların da yeme davranışı ile ilişkili oldukları görülmüştür. Ve özellikle stres, ebeveyn modellemesi, mutluluk, can sıkıntısı, öfke, yalnızlık, yorgunluk, gibi pek çok değişkenin yeme ile ilişkili olduğu bilinmektedir.
ENDiŞE YEDiRiR Mi?
Endişenin temel özelliği, olumsuz düşüncelerin üstünlüğüdür. Bunun anlamı, endişelenen insanlar korktukları olası olumsuz olaylar hakkında düşünmektedirler. Yeme bozukluğu olan ve olmayan kişilerde endişe bağlamında yapılan araştırma sonuçları dikkat çekicidir. Wadden, Brown, Foster ve Linowitz’in yaptığı çalışma (1991), endişe türlerini araştırmış ve kadınların en çok kilo, görünüş ve gıda konusunda endişe duyduklarını göstermiştir. Ayrıca, bu endişe seviyeleri kadnlarda erkeklerden daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca, gıda tüketiminin sosyal değerlendirme ve akademik endişeler tarafından da tetiklendiği bulunmuştur (Dhivyadharshini, Priya ve Gayathridevi, 2019). Kendini beden, akademik başarı, kilo, statü vs. gibi alanlarda toplumdaki diğer bireylerle karşılaştıran kişilerin yeme bozukluğu yaşama riski daha fazladır.
Hataları kontrol ihtiyacı, hatalar hakkında endişeli olma, benlik saygısında, özgüvende azalma, mükemmelliyetçilik (Sassaroli ve Ruggiero, 2005) ve zayıflığını kontrol gereksinimi de yeme bozukluğu tanısı almış bireylerde öne çıkmaktadır. Kontrol algısı iç ve dış olayların yanı sıra yeme tutumu, vücut ağırlığı ve şeklini de içeren genel bir durumdur. Kontrolü kaybetmeyle ilişkili endişe ortaya çıktığında bireyler kontrol hissini yeniden kazanmak ve bir düzeye kadar öngörebilmek için yemeye ve vücut boyutlarına odaklanır, kendilerini kısıtlar ya da yeme davranışlarını arttırırlar. Bu tutum kontrol ihtiyacını karşılamanın bir yoluyken ve başlangıçta bir miktar kontrol duygusu sunarken, sonrasında bireyleri sağlıksız ve izole bir duruma yönlendirir. Yapılan çalışmalar klinik popülasyonda özellikle ebeveynin yeme kontrolünü elinde tuttuğu ergen bireylerde, yemenin kontrolü ele alma yöntemi olarak kullanıldığını göstermektedir. (Sassaroli, Gallucci ve Ruggiero, 2008). Ergen, yeme bozukluğu aracılığıyla çevresini ve kendini kontrol ediyor algısına kapılır.
PEKİ RUMİNASYON?
Endişe geleceğe yönelik olası durumlar üzerinde yoğunlaşan bir süreçken, ruminasyon da geçmiş olaylar üzerinde yoğunlaşmış bir düşünce sürecini içerir. Bir hayvanın geviş getirmesi gibi, kişinin tekrarlı bir şekilde, içinden çıkamadığı bir düşünce örüntüsünü kapsar. Depresif bireylerde görülen ruminasyonun sıklıkla yeme bozukluğu yaşayan bireylerde de görüldüğü bilinmektedir. Ayrıca klinik olmayan popülasyonda da özellikle diyet yapan bireylerde gıdalar üzerine yoğunlaşmış ruminasyon görülmektedir (Hart ve Chiovari, 1998). Yani kişilerin gün boyu yemekle ilişkili (yiyeceğin miktarı, pişirme şekli, içeriği, niteliği, saati vs. gibi) ruminasyon yaşadığı bilinmektedir.
TOPLUM YEME BOZUKLUĞUNUN NERESİNDE?

Yeme bozukluğu yaşayan hastaların kendilerini toplum ve aile tarafından da daha fazla kontrol altında algıladıkları bilinmektedir. Ancak bu kişiler çevrenin kontrolüne karşı yeterince savunma yapamadıklarını düşünmektedirler. Bu hastaların daha fazla dış kontrol odaklı, daha az atılgan oldukları, daha fazla içe yönelmiş düşmanlık ve aileye bağımlılık gösterdikleri de görülmüştür (Williams, Chamove ve Millar, 1990).
Psikiyatrik semptomlar açık bir şekilde sosyal faktörlerden etkilenmektedir. Yemeğe, diyete ve beden şekline odaklanmak, Batı ülkelerinde ve Japonya gibi Batılılaşmış Uzak Doğu ülkelerinde bugün oldukça belirgindir. Özellikle kadınlarda yaygın bir şekilde, zayıflık ve güzellik, çekicilik için önemli bir kriter olmuştur. Medya tanıtımları, spor kulüpleri, kıyafet stilleri ve topluluklar “kadınların kıyafetlerinin güzel görünmesi için zayıflık şarttır; ideal kadın görünümüne sahip bir kadın adeta bir model fiziğine sahip, çok ince ve şık görünümlü olmalıdır” mesajını vermektedir. Medya ve toplumun verdiği bu mesajlar ise kadınlarda ortaya çıkan obsesif yeme semptomlarında önemli bir rol oynamaktadır (Rothenberg, 1986). İdeal bedene ulaşma kaygısı beraberinde bozulmuş bir yeme tutumunu getirmekte hatta öncesine göre daha da olumsuz algılanan beden imajına yol açmaktadır. Yeme tutumundaki bozulmaların bireyin aşırı kilo ve şekil algısı tarafından yönlendirilmesinin, katı diyet davranışları veya sorunlu kişilerarası deneyimlerden kaynaklandığına dair araştırmalar da bulunmaktadır.
Detaylı Bilgi İçin: