“Olur mu olmaz mı?” ihtimallerini bir kenara bırakamadığımız, hep yarına yatırım yaptığımız hayaller bunlar. Sevgiyle sarıldığımız, komplekslerimizle yormadığımız, güneşe doğumlar yaptırdığımız yarınların hayâli. Huzuru aydınlattığımız, çayımıza bereket kattığımız, ekmeğe hayranlık çaldığımız kahvaltı sofraları. Çifte kavrulmuş saygıları sade zerâfetimize eşlikçi yaptığımız kahve sohbetleri. Kendimizde eleştirilecek yönleri tüketip topluma çalıştığımız, hanım havalarında kahkahalar attığımız açık hava tiyatroları. Tüm renkleri kabul ettiğimiz, farklılıklara hoşgörüyü şiâr edindiğimiz dost meclisleri. İhtiyaç duymaktan utanmadığımız, isteklerimizi yardıma evirebildiğimiz, destekle yürüdüğümüz kumsallar. Mavi ve yeşile ayrıcalık göstersek de tüm tonları bağrımızda hissettiğimiz doğa günleri. Kulaçlarımızı mutluluğa attığımız, maviye teslim olduğumuz, heyecana yüzdüğümüz denizler. Özgürlüğe kanat çırptığımız, kuşlarla sevdaya yarıştığımız, bulutlardan sekînet topladığımız gökler. Tebessümünde aşkı anımsadığımız, varlığına sımsıkı sarıldığımız, yaralarında ışığı bulduğumuz masumiyet çocukları. Beyaz kağıda siyah akıtarak kitleler büyüttüğümüz, zulmün acısına merhemler sürdüğümüz, şeytan suskunluğunu hakim bir sâdayla bozduğumuz kalem mârifetleri. İyiliğin demet demet toplandığı, güzelliğin râyihalarca yayıldığı, papatyalardan sevda falları bakıldığı uçsuz bucaksız bahçeler. Dallarında dileklerin sallandığı, tutanın hayaline vuslat karıştırdığı, gövdesinde âidiyet huzuru yaşadığımız pavlonyalar.

Başka türlüsü var mı sabahların?

“Yaşanır mı yaşanmaz mı?” ihtimalleri zaten hep bir kenarda.

Hayâl, dilemek, düşlemek yaşamak ihtimali.

İhtimallerde tüketmekse şimdiyi, bu da bizim işimiz.

Tüm yarınlara selam, şimdiye hasret ânda, umutla…