Evet, tam olarak avokadolu omletten bahsediyorum. Baklava gibi her bayram sunulmayan, menemen gibi aile sofralarında banılmayan, çiğköfte gibi sıra gecelerimizde olmayan avokadolu omlet. Kültürümüzden, alışkanlıklarımızdan, ritüellerimizden farklı; çoğumuz için bilinmeyen, denenmemiş bir tat. Pek çok “şey” gibi.
Bilinmeyen gıdalara karşı taşıdığımız önyargı çoğumuzda çocukluktan itibaren kendini gösterir. Yapılan araştırmalar, çocukların özellikle yeşil renkli olan sebzelere karşı daha önce tadını deneyimlememelerine rağmen tiksinti duygusu gösterdiklerini ortaya çıkarmış. Elbette ki bunun altında pek çok genetik, çevresel faktör bulunmakta. Bu nedenleri bir kenara bırakalım. Asıl soru şudur; “Denemekten korktuğumuz tatlar hep tiksinilecekler listesinde kalır mı?”. Çocukken bamyayı hiç denemediği halde sevmediğini söyleyip denedikten sonra sebze listesinde bir numaraya taşıyan, limonu görünce içi gıcıklanıp bu yazıyı ıhlamuruna eşlik ettiği limonu yudumlarken yazan benim cevabımı sorarsanız, “hayır”. Sizler de düşünün. Çocukken sevmediğinize inandığınız, sonradan sevdiğiniz yiyecekler listenize giren o tatları. “Domates, biber, patlıcan” mı diyerek Barış Manço’yu da yâd etmiş olalım.
Avokadolu omleti neofobik olan biri muhtemelen hiç yemeyecek ve zaten yemesi gerektiğini de düşünmeyecektir. Neofobik olan bireyler yeni bir tadı deneme düşüncesinden korkar. Dolayısıyla herhangi bir yemeği ya da lezzeti deneme ihtimalleri diğer bireylere göre daha düşüktür. Bu kişiler daha kısıtlı yiyecek seçeneklerine ve deneyimlerine sahiptirler.
Neofobi genellikle kendini yemek seçimlerinde gösterse de hayatın her alanında yeniliğe karşı duyulan korkudur. Yeni ve farklı olan her şey neofobik kişiler için bir risktir. Bu kişiler kendi ritüellerini bozan, alışılmadık her şeyden korkarlar. Ancak bir kişi neofobiktir ya da neofobik değildir demektense her bireyin bu iki uç arasında bir boyutta olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Ayşe hayata karşı 8 birim neofobikken Ali 2 birim neofobik olabilir. Bu Ayşe’nin avokadolu omlet deneme ihtimalinin Ali’den daha az olduğunu gösterir. Fakat hangisinin bu denemeyi yapacağını, bundan memnun kalacağını ya da bir daha avokadolu omlet yiyip yemeyeceğini onların davranışları belirler. Yeniliğe ne kadar açık olduğunuzu anlamak için siz de avokadolu omlet örneğini düşünebilirsiniz.
Yüksek seviyede neofobik, kontrolü elinde tutmak isteyen kişi gün içinde olağandışı gelişen her olaya karşı daha duyarlıdır. Kuralları değişmez. Yeni durumlara karşı daha şüpheci davranır. Yeni biriyle tanışığında daha güvensizdir. Kalkış, yatış saatleri daha belirgindir. Gittiği mekanlar ve menüden verdiği siparişler genelde aynıdır. Farklı tercihlere açık olmak konusunda daha serttir. Farklılığın getireceği sonucun kötü olma ihtimali onun için daha ürkütücüdür. Ve araştırmalara göre, daha erken yaşlanır.
Hepimiz yüksek derecede neofobik boyutta olmasak da; ev / iş değiştirmek, yeni bir atılımda bulunmak, bilmediğimiz bir yola çıkmak, bir bilinmeyene ve belirsize teslim olmak oldukça zordur. Değişim ve belirsizlik kaygılandırır ve bu aslında normal olandır. Önemli olan oluşan kaygı ve strese rağmen farklı olanı tercih etmeye ne kadar cesaret edebildiğimizdir. Bilinmezliğin bizi içine çeken kaygısında kaybolmadan, onu anlayarak, kabul ederek ve ona rağmen cesaret edebilmemizdir. Yeniyi deneyimlemek garantide olmanın rahatlığını vermez. Bu, risk almaktır. Kişinin içinde bulunduğu güvenli alanını bir diğer adıyla konfor alanını terk etmek kimi zaman kaybetme ihtimalini de beraberinde getirir. Evet, değişim acı verir. Cesaret ettiğimiz bizi mutlu etmeyebilir. Ancak avokadolu omleti denemeden onu sevip sevmeyeceğimizi de bilemeyiz.
Bir tercih yaparken bir diğerinden vazgeçmek değil; seçenekleri arttırmak, daha esnek olabilmek ve korkunun deneyime engel olmamasını sağlamak önemlidir.
Ek olarak unutulmamalıdır ki; avokadolu omlet menemene engel değildir. O da bir seçenektir.
Yaşamaya neofobik olmamak dileğiyle…