“Sabah, bir yeni dünya gibi geliyorsun; Öylesine süslü, öylesine sadesin ki.. Sen o kadar güzelsin ki sabah, O kadar güzelsin ki…”

Özdemir Asaf

Yavaşça araladı gözlerini. “Yine bir sabah” mı “yeni bir sabah” mı karar vermek beş saniye sürmezdi. Seçimi “yeni” den yanaydı bugün. Umutlu, değişimli, zorlu ama huzurlu “yeni”den. Tüm “yeni”yle başlayıp “yine”yle biten günlere inat.

Her sabah güneşin ilk ışıklarıyla yoklardı kendini. Nasıl olacağına karar verirdi, bilinçli ya da bilinçsiz. Bu seçim kimi zaman önceki günün yansıması, kimi zaman bedeninin ağırlığı, kimi zaman hava durumu etkisinde yapılırdı. Bu gün “yeni bir sabah” a karar verirken dünün yineliğinden kalan bunalmışlık etkili olmuştu. Ardarda gelen “yine sabah” lardan sonra toparlanma vakti geldiğini düşünür, bir müddet “yeni sabah” lara uyanırdı. Uyanırdı da kimi zaman o sabahlar istekle başlarken, kimi zaman tekerini zorladığı bir araca dönüşürdü. Sürüklerken iki yana bırakıverirdi yorulan kollarını. Boşluğa, derine teslim olmaktı bu. Derine iniş uzadıkça korkar, dibe indiğinde hızla yükselemek için de hazırlardı kendini. Dibin dibi yoktu daha gidecek. O halde, çıkışı güçlü olacaktı. Hayatı “yine” ve “yeni” sabahlar döngüsü arasında düşmek ve kalkmakla geçendi.

Yeni dediğinde sabaha, yavaşça yatağından doğrulup gülümser, ucu kıpırdamamış yorganıyla kapatırdı yastığını. Koşardı banyoya. Yeni bir sabaha en çok su yakışırdı çünkü. Umutsuzlukları umutla yıkar, saçlarından köpükle inen hatalarını izlerdi. Pişmanlıkları, kayıpları, zaafları durulanırdı sanki. Su hayat verirdi yeni bir sabaha.

Bazen bu akışı fark edemezdi. İç sesinin bağrışları bastırırdı suyun sesini. “Kusurlarını haykıran sesi kısamazsa “yeni” “yine” ye dönerdi. Sabah akşama, akşam sabaha yer verir; dur demedikçe durduran olmazdı döngüyü, bilirdi. Bıraktığında, onu içine alan bu döngüye sarılır, sarıldıkça dolanır, düğüm tüm vakitlere bulaşırdı.

Bu vakte kadar tökezlemeden geldiyse artık kahvaltı sahnedeydi. İçi çekmese de, onun da vardı gönlünü çalan demlik sevinçleri. Kendini istek ve isteksizliğin ortasında hissettiğinde harekete geçmek için kızarmış ekmeği kullanırdı. İsteksizce başlasa da hazırlamaya, kokusu burnuna değdiğinde aşka gelirdi. Bu aşkla, demini almış bir çayı yağlanmış ekmeğine eş eder, güne güzellik getirirdi.

Kendini tanıdıkça bu depresyon döngüsüyle savaşmayı öğrenmişti. Savaş desek de, kabul etmek ile başlayıp farkındalıkla harekete geçtiği bir mücadeleydi bu. Sevdiklerini ve sevmediklerini fark etmeye çalışmıştı bir müddet. Artık yol daha kolaydı. Sevdiklerini arttırıp sevmediklerini azaltacaktı. Sevmeyip de yapması gerekenler içinse ilhamı beklemekten vazgeçecek ve “-e rağmen” kalkıp kendi için ne gerekiyorsa yapacaktı. İlham gelmesini beklerken kaybettiği zamanların suçluluğunu da böylece bırakacaktı. Çok zordu ama bu döngünün kırılması için başka türlüsü de yoktu.

O yüzden sabahlar, hayattı.

Sabahlar hayatta, hayatlar sabahta karar verir yeniliğe.

Yeni bir hayat her sabah verdiğimiz karardı. Her karar devam eden hayattı.